Sanat, sanatçıdan ileridedir, kendi imgelem gücünün genişliğini bilir ama sanatçı bilmez. Materyallerden bir dünya kurarken önüne konulan duvarın ölümü olduğunu bilir ama sanatçı bir duvarın önünde uzun durabilir. Sanatın düşleri vardır ama sanatçı kötü bir siyasetin, yasakların belirlediği bir dünyada düşlere sınır çizilmesini makul bir varoluşla açıklamaya kalkışabilir. Doğru bildiklerini söylemez ya da zaten doğru diye bildikleri, bir manipülasyonun gölgesinde büyüyen insanlarınkinden pek farklı değildir. Sanatçı belirlenmiş bir özne oluştan kaçmayı başardığında sanatın tarihsel hedeflerine yaklaşır, bu hedef içinde yaşadığı toplumun uzlaşımlarının ötesinde, yasal çerçevenin çizdiği sınırlılıkların üstündedir.
Özgürleşme düşüncenin ve imgelemin ‘başka olanı’ hayal edebilme gücüdür. Özgürleşme, sınır olarak tarif edilenlerin yıkım tecrübesidir, ilkin zihinsel kurgularda gerçekleşir, sonra ortak bir iyi için kolektifle bütünleşir. Kendi alanına kapanmış bir sanat, sanatçının cesaretini kaybettiği o karanlık koridorun giriş kapısıdır. Çünkü bir düş, özgürleşmek için kurulur. Sanatın özerkliği geçmiş yüzyılların meselesiydi, hayata kendini kapatmış sanatın ölüm ilanı çoktan verilmişti. Ama toplumsal baskılar çoğaldığında sanatçı hep aynı yere saklanır, sanatın biricikliğine ve kendinin ayrıcalıklı varoluşuna. Dadacılar onların üzerine müzeleri yıkalı çok oldu, kolektif olarak özgürleşme mücadelesine girmeyenlerin kültürü, kültürcülüğe, sanatı ise hiç avangart tokadını yememiş gibi kapalı alanlara hapsedişi bu yüzden ironiktir. Ağacın, hayvanın, insanın, bütün canlıların nefes alamadığı bir yerde, önce oksijenin eşit dağılımı için savaşmak gerekir.
Sürekli yasakların olduğu bir yerde önce herkes için özgürlük mücadelesi verilir. Sanatçı gaz maskesiyle işini yapabilir ama sanat değil. Bu gaz maskesiz nefes almak isteyenlere bir çağrıdır. Güzel kelimelerin iyileştirmediği hapishanelerden, yoksul evlerden, dili yasak olanlardan, sürekli ayrımcılığa ve sansüre uğrayanlardan yükselen seslerin hatırlattığı sorumluluğa katılma çağrısıdır. Yanmış ormanlardaki küllerin, yıkılmış evlerin altında kalmış ölülerin, her gün işkenceye uyanan tutsakların, acısına dahil olma çağrısıdır. Baskıyla dilsizleşmiş sesimizi geri istiyoruz, özgürlük diye bağırdığımızda, kafamıza fırlatılan şiddet tuğlalarını hayatı saçma bir kafese çevirenlere iade ediyoruz. Siyasetin reel gerekler hiyerarşisi bizi ilgilendirmiyor. Çözümü olduğunu bildiğimiz meselelerin sürekli bir savaş durumu yaratılarak, iktidarlar için kullanıldığının farkındayız. İçinden geçtiğimiz zamana sadece uyum sağlayan bir yedek parça olarak sanat fikrine şiddetle karşı çıkıyoruz. Yaratıcı güçlerin ortak çıkardığı sesin, silahların sesinden daha güçlü olduğunu biliyoruz. Biz konuşabilmek, yaratabilmek için toplumsal barışın tesis edildiği bir ülke istiyoruz. Özgürlük için ses çıkarabilecek herkesin yaratıcı gücünü buraya davet ediyoruz. Çünkü başlangıçta eylem vardı!”